Kadının konumunu ve onun yaşam koşullarını değiştirmenin olanaksız olduğu görüşü çok yaygın bir görüştür. Fakat bu görüşün doğru olmadığını kadının tarihsel geçmişine baktığımızda çok rahat bir şekilde görebiliriz.
Kadın cinsinin büyük tarihsel yenilgisi!
Kadının toplumdaki konumunu üretimdeki konumu, yani ekonomik konumu belirler, diyebiliriz.
İlkel kominal toplumda başka bir deyişle anaerkil toplumda, kadınlar üretimde etkin bir biçimde yer almıştı. Bu toplumda kadının belirgin bir üstünlüğü söz konusuydu. Fakat bu üstünlük diğer bir cinsi ezmeye ve tahakküm kurmaya yönelik değildi. Özel mülkiyetin, sınıfların, devletin olmadığı bir toplum biçimiydi. Kollektif bir yaşam içinde herşey herkesindi, paylaşım sözkonusuydu. Ayrıca kadın doğurganlığından dolayı da kutsaldı. Kadına karşı saygı vardı. Paylaşıma ve dayanışmaya dayalı bir yaşam biçimi vardı.
Üretim araçlarının gelişmesi ile insanlar asgari gereksinimden fazla ürün elde edilince özel mülkiyet ortaya çıkmaya başladı. Arkasından da iş bölümü ortaya çıkmaya başlayınca toplum biçimi erkeğe göre şekillendi.
Kadın ev, bağ, bahçe ile uğraşırken, erkek yerleşim alanının da dışında bulduğı madenleri işledi, yaptığı silahlarla savaşa çıktı, ganimet aldı. Böylece özel mülkiyet ve egemenlik tamamen erkeğe geçmiş oldu. Üretimdeki yerini kaybeden kadın yönetimdeki yerini de, erkeğe devretmiş oldu. Özel mülkiyet ile kadının tarihsel yenilgisi oldu, ama sadece bununla da kalmadı. Sınıflı toplumlar ortaya çıktı. Egemenler ve ezilenler oluştu. Sınıflı toplumların ortaya çıkması ile kadın kültür, gelenek, yasa ve din ile aşağılandı.
Kapitalizmin gelişmesi ile kadınların çifte ezilmişliği!
Kapitalizmin gelişmesi ile de kadın kitlesel bir şekilde üretim sürecine katıldı. Ama bu seferki katılma süreci anaerkil toplumdaki gibi değil, tam tersi ucuz emek olarak kullanılması ile oldu. Özellikle kapitalizmin ilk gelişim döneminde kadınlar insanlık dışı, ağır koşullarda çalışmaya mahkum edildi. Kadınlar hem evde hem de üretim sürecinde çifte sömürüye maruz kaldı. Maddi ve manevi olarak ezildi. Kapitalizmin gelişmesi ile de cinsiyet eşitsizliği daha da artmış oldu.
Kadınların direnişleri!
Fakat kadınlar bu ezilmişliğe karşı susmadılar, tam tersi direniş örnekleri gösterdiler. Kadınlardan ilk itirazlar burjuva devrimlerinden önce gelir. Cinslerin eşitliği istemi ile ortaya çıkan burjuva kadın hareketi kapitalist gelişme sürecinin ürünüdür ve burjuva devrimlerine ve fransız devrimine denk düşer. Kadınlar 1789′ da ilk ve somut olarak Fransız devrimine katılırlar. Fransız devriminde, “İnsan ve yurttaş hakları” bildirgesi olarak bilinen bildirge yayınlanır. Fakat bu bildirgede daha çok erkeklerin haklarından bahsedilir. Kadını demokratik haklardan yoksun bırakan bir tutum söz konusudur. Bunun üzerine kadınlar örgütlenir ve kadın erkek eşitliği için mücadeleye girişirler. Kadınlar, 17 maddelik kadın hakları bildirgesi önerirler. Burjuva kadınların bu önerisi idam edilmelerine neden olur. “Kadına darağacına çıkma hakkı tanınıyor; öyleyse kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır” diyen bu sözün sahibi Olympe de Gouges ve burjuva kadın hareketi önderleri idam edilirler.
Fransız devrimi köklü bir dönüşüm gibi görünse de kadının eşitlik isteminin karşısında yer alır. Kadınlar hukuk, siyasi ve eğitim alanında eşitlik isterler. Fakat bunların hiçbiri kabul edilmez. Kadınlar dünyadaki tüm devrimlerde büyük rol almışlardır. Fakat bu dönemde kadının eşit olmayışı kadınların daha ön planda olmalarına ve eşitlik için en ön saflarda mücadele etmelerine neden olmuştur. Burjuva kadın hareketinin çıkış noktası her ne kadar sınıfsal temelli olmasa da kadınların eşitliği ve hakları açısından önemli bir yerde duruyor. Burjuva kadınların birçok bedeli, hatta ölümü göze almaları da aslında ne kadar kararlı ve inançlı olduklarını bizlere gösteriyor.
Kadın hareketi sınıf hareketinden bağımsız değildir!
Kadınlar ancak 21. yüzyılda işçi hareketi ile siyasal ve sosyal haklarını elde ederler. 8 Mart da bu anlamda önemli bir yerde duruyor.
1857 yılında New Yorkta kırk bin dokuma işçisi kadın işçi, çalışma koşulları ve maaşlarının yükseltilmesi, 16 saatlik çalışmanın 10 saate düşürülmesi, eşit işe ücret şiarı ile greve çıkarlar. Bu grevin ardından tekstil ve tütün sanayide birbiri ardına grevler gerçekleşir. Bu direnişi anmak için, 8 Mart 1908 yılında yine New York’ta “Cotton” tekstil fabrikasındaki kadın işçiler daha iyi çalışma koşulları için greve çıkarlar. Bu grevde patronlar kadın işçileri, dışarıdan destek görmelerini engellemek için fabrikaya kilitler ve çıkan yangında 129 kadın ölür.
1910 yılında Kopenhag’da gerçekleşen 2. Enternasyonel’e bağlı “İkinci Uluslar arası Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin ilk defa “sosyalist kadınların her yıl uluslararası çapta bir kadın günü” düzenlemelerini önerir. Bu öneride en temel ve öne çıkan talepler, çalışma süresinin 8 saate indirilmesi, hamilelere doğumdan önce 8 haftalık doğum izni, emziren kadınlara süt izni gibi taleplerdir. Ayrıca kadınların henüz sahip olmadıkları oy kullanma hakkı da talepler arasındadır. Böylece 8 Mart emekçi kadınlara ayrılan özel bir gün olarak kitlesel bir biçimde kutlanır.
Emekçi Kadınlar Günü’nün resmen Mart’ın 8’i olarak belirlenmesi ise, 1921 yılında Moskova’da yapılan “İkinci Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı’na” dayanır. “Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü” olmasına karar verilir ve o günden beri “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanır.
Türkiye’de ise, 1921 yılında Rahime Selimova, Cemile, Nuşirvanova ile başlayan “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” 1975 yılında kurulan İlerici Kadınlar Derneği (İKD) ile yığınsal olarak kutlanmaya başlanır. Kurulan İlerici Kadınlar Derneği (İKD) önemli çalışmalar gerçekleştirir. Kurulduğu andan itibaren kadınların yığınsal örgütlenmesini önüne koyar. Türkiye çapında çok geniş bir örgütlenme ağına sahip olur. 15 bine yakın üyesi, 33 şubesi, 35 temsilciliği bulunan İKD’nin yayın organı “Kadınların Sesi” ise 35 bin sayısına ulaşır.
Sosyalist Ekim Devrimi’nde kadınların hakları!
Emekçi kadınların bütün bu mücadelesi sosyalist ve sınıf hareketinin bir sonucudur. İşçi kadınların öncülüğünde, işçi kadınların mücadelesi ile gerçekleşir. Sınıfsız ve sömürüsüz yani özel mülkiyetin olmadığı bir toplum kadının kurtuluşudur. Bu da ancak sosyalist bir sistemde mümkündür. 1917 Ekim devrimi de bunun açık bir göstergesidir.
1917 Ekim devrimi ile kadınların hakları için ciddi anlamda adımlar atılmıştır. Kadın haklarına, Lenin’in de söylediği gibi, burjuvanın 130 yılda ulaşamadığı düzeye sosyalist sistemde çok kısa sürede ulaşılmıştır.
Ekim devrimin ardından kadınların birçok yasal hakları çıkarılan genelge ve yasalarla belirtilmiştir;
-1917 ekim devrimden 6 hafta sonra kilise nikahı yerine, sivil nikah geçmiştir.
-Kürtaj hakkı yasalaşmıştır.
-Taraflardan birinin istediği üzerine boşanma hakkı getirilmiştir.
– Aile içinde yasal olarak erkeklerle eşit haklara sahip olmuşlardır.
-1918’de ilk yazılı yasa aile ile ilişkin olarak çıkarılmıştır.
-Üretime kadınların katılması ile kadının kurtulacağı düşünüldüğü için kadının ev işi kadından alınarak ev işi, çocuk bakımı toplumsallaşmıştır.
-Çamaşırhaneler, çocuk evleri, anaokulları açılmıştır.
-1936 yılında ise nufüsün % 35’nin yemek ihtiyacı kamu mutfakları tarafından karşılanmıştır.
-Kadının üzerindeki angarya işler alınarak, kadınlar iş hayatında, devlet yönetiminde ve ülke yönetiminde önemli roller üstlenmişlerdir.
-Kadınlar tüm meslek alanlarında çalışmış, siyasi hayata katılmışlardır.
-Kültür ve sanat alanında da etkin bir şekilde yer almışlardır.
Kadınlar mücadele etmeye devam ediyor!
Sosyalist sistemde kadın hakları bu kadar genişletilirken, kapitalist sistemde ise durum tam tersidir.
Kapitalist sistem toplumsal yaşamızın her alanında kadın, erkek demeden tüm insanları sömürmeye devam ediyor. Kapitalist sistemde ilk işten atılan, ücreti ilk düşürülen, en ağır koşullarda güvencesiz ve sigortasız olarak çalıştırılan biz kadınlarız.
Bu yüzden de biz kadınlar en ön saflarda mücadele etmeliyiz.
Evet kadınlar;
-1857 yılında 8 saat işgünü, eşit işe eşit ücret, sendikalaşma ve oy hakkı için,
-1871′ de paris komününde ekmek ve gül için,
-1908′ de daha iyi çalışma koşulları için,
-1917 ‘de Ekim devrimi için, mücadele ettiler.
8 Mart’tın yaklaştığı bugünlerde de yine kadınlar, Kapama’da, Savranoğlu’nda, Billur Tuz’da, Hey Tekstil’de mücadele etmeye ve direnmeye devam ediyorlar.
Biz kadınların özgürleşmesi, evde, sokakta, işyerinde, fabrikada mücadele etmekten geçiyor.
Kadınların kurtuluşunun ön koşulu sosyalist sistemin kurulmasıdır.
Bu yüzden de Bizler ilerici kadınlar,
“Yaşamın yarısı bizsek, kavganın da yarısı biz olmalıyız”, diyerek örgütleniyoruz!
“Kadının tarihte, gerçekte sahip olduğu yeri alma zamanı gelmiştir” , demek için
8 Mart’ta ALANLARDAYIZ!