Öğretmenler Günü’nün tarihine baktığımızda, 5 Ekim 1996 ILO-UNESCO ortak belgesi ile “Öğretmenlerin Statüsüne İlişkin Tavsiye Kararı” yer almış ve öğretmenlerin toplumsal statüsü ile ilgili önemli bir adım atılmıştır. Bu kararla 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü olarak kabül edilmiştir.
Genel olarak öğretmenlerin haklarını korumayı amaçlayan bu tavsiye kararı aynı zamanda uluslararası düzeyde de belirlenmiş bir toplu sözleşme niteliğindedir. 145 paragraftan oluşan bir
belgedir. Bu belgede işe alınma, meslek sorunları, öğretmenlerin hak ve sorumlulukları tatil, ücret özel izinler, sağlık, sosyal güvenlik, emeklilik gibi biz eğitim emekçilerinin haklarını koruyan konuları içermektedir. Türkiye tarafından da imzalanmıştır. Türkiye’nin imzalanan bu belgenin arkasında durma ve bu belgeye uygun kararlar alıp sorumluluğunu yerine getirme gibi zorunluluğu vardır.
Fakat ne yazık ki, eğitim emekçilerinin, öğretmenlerin hayat standartlarına, yaşam koşullarına baktığımızda buna uyulmadığını çok rahat görebiliyoruz! Bu yüzden de 5 Ekim öğretmenlerin hak arama mücadelesinde ve haklarını koruma açısından önemli bir gün niteliği taşıyor.
Sistem tarafından her geçen gün haklarımız daha da gaspedilmeye çalışılıyor. Çalışma yaşamının her alanına yerleştirilmeye çalışılan güvencesiz, esnek ve kuralsız çalışma biçimi eğitim alanına da yerleştirilerek eğitim emekçileri zor durumda bırakılıyor.
Ücretli çalıştırılan öğretmen sayısı artırılıyor. Ek ders karşılığı çalışan, 300-800 TL arası maaş alan, tatillerde maaş almayan ve ayda 17 gün sigortası yatan bu öğretmenler sömürünün ve güvencesizliğin en hat safhasını yaşıyor.
Eğitim fakültesini bitiren ve devlet tarafından kadro açılmadığı için, atama bekleyen öğretmenler de mağduriyetin diğer bir yönünü yaşıyor. KPSS adı altında neyi ölçtüğü dahi belli olmayan bu sınav sistemi eğitim emekçilerini her geçen gün daha da umutsuzluğa düşürüyor. Şu anda atama bekleyen işsiz öğretmen sayısı 400 bin civarında, seçim dolayısıyla 55 bin atama yapılması sözü verilmesine rağmen, 11 bin atama ile sınırlandırılarak eğitim emekçileri mağdur ediliyor.
Yine kamuda kadrolu olarak güvenceli bildiğimiz eğitim emekçileri de güvencesiz ve kuralsız bir çalışma biçimi ile karşı karşıya bırakılıyor. Özellikle son dönem Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in yaptığı açıklamalar bu durumu daha da belirginleştiriyor. Ömer Dinçer’in “Öğretmenler üç ay tatil yapmayacaklar, ihtiyaç duydukları kadar tatil yapacaklar, onun dışında eğitime tabi tutulacaklar. Saygınlık kazanmamız için bu durumu öğretmenler de kabül edecekler. 08.-17.00 çalışacaklar.” açıklamaları eğitimi ve öğretmenleri piyasalaştıran, esnek, güvencesiz, kuralsız çalışmayı ileriki süreçte bizlere dayatacaklarının bir göstergesi.
Biz eğitim emekçileri bütün bu süreçleri yaşarken, sorunlarımız sistem tarafından görmezden geliniyor. Bizlerden 12 Eylül zihniyetinin ortaya çıkardığı 24 Kasım öğretmenler gününü bayram havası içerisinde kutlamamız bekleniyor ve dayatılıyor.
Bu yüzden de biz eğitim emekçileri biliyoruz ki, sorunlarımız ortak, sorunlarımızın çözümü de ortak. Bu doğrultuda birleşir örgütlü güç olursak, haklarımızı koruyabilir ve mücadelemizi güçlendirebiliriz.
Haklarımızın daraltılmasına, kadrolaşmaya, güvencesiz çalıştırılmaya, sürgünlere, keyfi atamalara yoksulluk sınırının altındaki maaşlara, niteliksiz eğitime karşı birlikte sesimizi yükseltelim.
Mesleki ve özlük haklarımıza sahip çıkalım. İnsanca yaşabileceğimiz çalışma ve yaşam koşulları için mücadelemizi daha da ileriye taşıyalım.