Orhan Veli’nin şiirini bilirsiniz. “Bedava yaşıyoruz, bedava; hava bedava, bulut bedava; dere tepe bedava; yağmur çamur bedava; otomobillerin dişi, sinemaların kapısı, camekanlar bedava; peynir ekmek değil ama, acı su bedava; kelle fiyatına hürriyet, esirlik bedava; bedava yasıyoruz, bedava.”
Şairin bu dizeleri yazdığı dönemde kuşkusuz evlerimizde musluktan akan su henüz paralı değildi. Ancak bugün başta büyük şehirlerde içme suyunu yaygın olarak damacanalarla ve pet şişelerle satın alıyoruz. Damacana başına ortalama 4 lira ödüyoruz. Kısacası, içme suyuna çok büyük paralar ödüyoruz. Oysa, su kâr etmek için değil, halkın ihtiyacı için kullanılsa ve işletilse, musluklardan da temiz içme suyu akabilirdi. Büyük şehirlerin dışındaki illerde hâlâ musluklardan su içmek mümkün. Ama bu durum büyük sermayedarların çıkarlarına ters düştüğü için, özellikle büyük şehirlerde, içme suyunu pet şişelere doldurup pahalı pahalı satıyorlar.
Ancak, su üzerine bundan daha da endişe verici boyutlara varan politikalar gündemdedir. İstanbul’da bugünlerde toplanan 5. Dünya Su Forumu’na, çok çeşitli ülkelerin cumhurbaşkanları, başbakanları ve belediye başkanları da dahil, binlerce kişi katılıyor. Dünyada sermaye sınıfının sözcülüğüne soyunmuş olan kapitalist devletler su üzerine yeni politik ve stratejik hedefler belirliyorlar. Ancak, bütün bu toplantılarda, sermaye yanlısı politikalar eleştirilmek yerine, küresel ısınma, içme suyu kaynaklarının azalması, gibi gerekçelerle suya ilişkin olarak sözde “acil önlemler” alınması gerektiği argümanı ileri sürülüyor. Oysa, çekilen su sıkıntısının kaynağı başta suyun parayla satılmasından çıkar elde eden ulusötesi şirketler, yani kapitalistlerdir. Küresel ısınmaya, doğanın tahrip edilmesine ve dengesinin bozulmasına, çevrenin kirlenmesine de yol açan onlar. Bilindiği gibi, ozon tabakasının delinmesinin yol açtığı buzulların erimesinin gittikçe hızlanması, denizlerin sanayinin kimyasal atıkları ve petrol atıkları nedeniyle kirlenmesi gibi sorunlar, gözü dönmüş kapitalistlerin asla çözüm üretmeyecekleri sorunlar olagelmiştir. Ancak, su forumunda olduğu gibi, yıllarca sanki bu sorunlara çözüm üretilecekmiş gibi toplantılar, konferanslar, forumlar düzenlenmekte ve bu konuda ikiyüzlü bir politika sürdürülmektedir, yani “miş” gibi yapılmaktadır.
Böyle olunca da, bu konuları açık seçik dile getirenlere tahammül gösterilmemektedir. Bu nedenle, “Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformu”nun yapmak istediği basın açıklamasına polis saldırdı ve birçok kişiyi gözaltına aldı. Bu eyleme, çeşitli ülkelerden gelen ziyaretçiler de katıldılar. Eylemciler, polisin gaz bombasına, plastik mermisine ve copuna maruz kaldılar.
Peki, bu forumun politikaları nedir? Öncelikle uluslararası şirketlerin sponsorluğunda gerçekleştiriliyor bu forum ve uluslararası sermaye, ülkelerin su kaynaklarına göz dikmiş durumda. Alınacak yeni kararlarla tıpkı daha önce limanların özelleştirilmesine benzer şekilde bu defa su kaynaklarının özel şirketlere satılabilmesi gündeme getirilmektedir. Evet, yanlış anlamadınız, şimdi sıra göllerin, nehirlerin ve diğer su kaynaklarının özel şirketlere satılmasında. Eğer su kaynakları özelleştirilirse, bunun anlamı, suyun paralı hale gelmesi, yalnızca kapitalist işletmelerin suyu satın alabilmesi, çiftçilikle uğraşan köylünün suyu ödeyemeyecek hale gelmesi anlamına geliyor. Ayrıca bu kadar çok şirketin ilgi göstermesinin diğer bir nedeni de, suyla ilgili olarak su saatlerinden tutun da arıtma sistemlerine, su kanallarına ve diğer malzemelere varana kadar bu konuda üretim yapan şirketlerin ihaleler kapma peşinde olmaları ve satışlardan büyük karlar elde edecek olmaları.
Su üzerinde oynanan oyun, neoliberal politikaların bir parçası ve devamı niteliğinde. Özellikle küçük çiftçiler ve köylüler zaten ulusötesi şirketlerin kâr amacına dönük olarak Türkiye’nin de onayladığı tarım politikaları nedeniyle zaten büyük zarar görmüş durumda. Gübre fiyatları almış başını yürüyor. Tarım ürünlerinin alım fiyatlarının düşürülmesi, buna karşın maliyetlerin yükselmesi çiftçilerin günden güne borçlanmasına yol açmaktadır. Şimdi suyun ticarileştirilmesine yönelik yeni uygulamalar çiftçileri, dolayısıyla halkı daha da zor duruma düşürecektir. Özellikle Türkiye gibi, tarım üretiminin yaygın olduğu ülkelerde küçük çiftçilerin yok olmasına, tarım alanlarının tamamen kapitalistlere terk edilmesine yol açacaktır. Dünya Bankası’nın, İMF’nin desteklediği bu politikalara geçit vermeyelim. Bütün kamu kuruluşlarını satma konusunda ant içmiş olan AKP hükümeti, şimdi de suyu sermayeye peşkeş çekme peşinde. Buna izin vermeyelim! Hayati sorunumuz olan suyun satılmasına karşı sesimizi yükseltelim!
Su en temel hakkımızdır, satılamaz!
Suyun ticarileşmesine hayır!
Kahrolsun sularımızı satmak isteyenler!