Ali KINALI

Lundby-Vedin, İsveç İşçi Sendikaları Federasyonu LO’nun genel başkanıdır. LO Genel Başkanları, kurucu örgüt yöneticileri olarak 1973’te kurulan ETUC’un doğal yürütme kurulu üyeleridir. Bir ETUC yürütme kurulu üyesi olarak Vanja, Seçim Komitesinin önerisi üzerine 24 – 28 Mayıs 2007 tarihleri arasında Brüksel’de yapilan kongrede Avrupa Sendikaları Federasyonu Genel Başkanlığına seçilmiş oldu.

Bu kongrede, ETUC Genel Başkanlığına getirilen  Vedin, 54 yaşında olup iki çocuk ve bir torun sahibidir. Değerini hesap etmekte güçlük çektiğim modern ve pahalı bir dairede Sockholm’de oturmaktadır.

Yılda Sendikadan 260.000 Ytl tutarında maaş almaktadır. Sınıfsal sendikacılık ilkelerine göre bakıldığında, bir sendikacının maaşı, İsveç’te 5.000 Ytl oranında olan yüksek kalifiye bir işçinin maaşını geçmemesi gerekirken, Vanja’nın maaşı İsveç başbakanının maaşını da geride bırakan bir yüksekliktedir. Temelde mesleği hastabakıcısı olan Lundby, önce LO yürütme kurulu üyesiyken, Stig Malm’ın bir yolsuzluk sonucu genel başkanlıktan ayrılması sonucu yapılan olağanüstü kongrede ikinci başkanlığa ve daha sonraki yıllarda yapılan kongrede LO’nun Genel Başkanlığına getirildi. Vanja’nın sınıfsal olarak isçi sınıfı bilimi yanlısı olmadığını rahatlıkla belirtebilirim.

Geleneksel olarak Monarşizmi çağrıştıran bir yapıya benzer biçiminde yönetilmekte olan LO’nun yönetim sistemi sayesinde başkanları ömür boyu bu görevde kalabilmekteler. Genel başkanlar ve yürütme kurulu üyeleri (Ombudsman) emekliliklerini burada temin edip giderler. Birçok uluslararası sendikal örgütün de böylesi bir ölü döngü biçiminde yönetildiği bilinmektedir. ETUC da bu biçimde yönetildiğinden, Vanja’nın acemilik çekmeyeceğini belirteyim. Kendisinin yabancısı olmadığı oligarşik sendikal modele hızla adapte olacağından emin olunmalıdır. Aynı sebeple ve daha çok bir geçim kapısı gibi ETUC’u elinde tutan Genel Sekreter John Monks ile de uyumlu bir ikili oluşturduklarını hatırlatırım.

Vanja Avrupa işçisine ne verebilir?

Tüm sağ sosyal demokrat tipi insanlarda olduğu gibi, Vanja da sermaye sınıfı ile işçi sınıfını uzlaştırarak, kapitalizmin erki altında sürgit devam edecek bir kölelik rejiminin kalıcılığından yanadır. Vanja son on yıldır hiç değişmeyen Sosyal Demokrat Partisi yönetim kurulu üyelerinden biridir. LO’nun genel başkanlığına getirildiği günden bu yana İsveç işçi sınıfının yüzü hiç gülmemiştir. Yeni liberal siyaset yanlısı olarak kapitalizmle komprimizm politikasıyla işbirliği içinde olan Vanja, işçi yığınlarından alınıp kapıtalizmin açıklar hanelerine aktarılmasından yana olmuştur daha ziyade.

Bu sebeple, 10 yıllık sosyaldemokrat sağ politikalarının erki altında işçi haklarından daha da geri gitmesine destek olmuştur.

Üye sendikalara LO kararları olarak dayatılan tavan sözleşmesi sınırı bu sayede uygulanmıştır. 10 yıl boyunca artan faiz ve piyasa gerisinde ücretlerin devreye sokulması ve ücret zammının hayat pahalılığını geriden takip etmiş oluşu da bu komprimizm sayesınde ve özellikle de Vanja’nın da yönetiminde olduğu sosyal demokrat partinin politikaları sayesindedir.

Sağ koalisyonun bu olumsuzluklar sayesinde güç elde ederek iktidar olabildiği, başta namuslu sosyal demokratlar olmak üzere şimdilerde genel bir çoğunluk tarafından kabul edilen bir gerçektir. Dahası, en son Sosyal Demokrat Partisi Genel Başkanlığına getirilmiş olan Mona Sahlin ile 11 Mayıs 2007 günü medyaya ortaklaşa vermiş oldukları mülakatla da Vedin bunu itiraf eden bir beyanda bulunmuştur.

Sosyal Demokrat Parti B:aşkanı Sahlin ve Vedin diyorlar ki; İsveç ırkçı partisi SD yapılan son genel seçimlerde oylarının yüzde 4’ünü işçi kitlelerinden almıştır. Evet, bu doğru bir tespit ama geç kalınmış bir tespittir.

Bu noktada daha evvel benim seçimlerin hemen akabinde kaleme almış olduğum yazımı hatırlatırım. Çanlar kimin için çalıyor başlığını taşıyan yazıma okuyucunun yeniden göz atmasını tavsiye ederim. Orada sosyal demokrat partinin sağ politikalarıyla hem işçi sınıfını ezdiğini ve hem de ırkçılığın gelişip serpilmesine katkı yaptığını işlemiştim.

İşte, her zaman ve her olayda olduğu gibi komünist öngürü, sınavı kazanan yegane bakış biçimidir. Olayların en doğru takipçisi olabilmek ve yaşamı ilkeli olarak tahlil edebilmek için, İsveç gerçeğiyle de gelinen son noktada ortaya çıktığı gibi, sınıfsal açıdan bakmanın en doğru bakış biçimi olduğu gerçeklik kazanmıştır.

Salt bu da değil, daha seçimlerden bir yil evvel kaleme almış olduğum ve ikinci bölümü Ürün Dergisi’nin 19. sayısında yayınlanmış olan, Küreselleşme ırkçılığı geliştirmektedir başlıklı yazımla da enine boyuna konuya değinmiş ve ğünümüzde sonuçlarını yaşadığımız gelişmelere gerekli işaretlerde bulunmuştum.

İsveç Sendikaları içinde demokrasi, özellikle Vanja zamanında en minimum seviyeye düşmüştür. Sendikalarda yabancı uyrukluların en az isdihdam edilişi Vanja’nın başarılarından biri olarak görülmeye devam edilecektir. LO içinde anti komünizmin daha da gelişerek tümüyle yönetüm kademelerine oturması Vanja’nın burjuvaziden yıldız almaya hak kazandığı başarılarından bir bölümüdür.

Sendikaların içinde sağcı güçleri aratmayacak ve hatta ideoljik olarak daha da karekteristik bir anti komünist tutumun yer etmesi da Vanja’nın ulastığı başarılardan sayılacakltır. Bu sonuçta genel itibariyle yine hep bunlarla anılmaya devam edecek olan Vanja sayesindedir.

Sınıf teorisinin İsveç sendikal politikasından tamamen dışlanması aynı biçimde kemik bir sağ sosyal demokrat olan Vanja ve ekibi sayesindedir.

İdeolojik olarak sermaye sınıfına daha da entegre olabilmek yolunda, kimi sendika yönetimlerince işçi sınıfının sınıfsal ideolojisi sosyalizme kara çalma girişimleri ve son dönemde gelişen sağ sendikacılık tutumuyla da gözler önüne serildiği gibi, sendikal tüzüklerden sosyalizmin çıkarılması girişimlerinin de Vanja polıtikasının devamı olduğu belleklerde kalacak en acı sonuçlardır.

Bu doğrultuda işbirlikçiliğin ayyuka çıkmış politika biçimi olarak İsveç sendikacılığında yer etmesi de yine tabiyatıyla Vanja ve sağ sosyal demokrat güçler sayesindedir ve bunlar hep akıllarda tutulmaya devam edilecektır.

Bu vesileyle, Avrupa işçi sınıfına geçmiş olsun demek zorundayım. Avrupalı emekçinin bugüne değin içinde bulunduğu sınıfsal uzlaşma ve teslimiyetçilikle de kalınmayacağı, Vanja ıle daha da ileriye gidileceğine işaret ederim. Vanja Vedin’in unutulmaz deneyleri sayesinde teslimiyetçiliğin Avrupa bazına yayılabileceğini ve bu sayede olumsuzluğun daha da derinleşeceğini ve katmerli olarak karşımıza çıkacağını hatırlatırım.

Uluslararası sendıkal konfederasyonların günümüzdeki konumu

İşçi Sendikalari Federasyonu olarak 1973 yilında kurulan ve kısa adı Kuzey Avrupa’da EFS, Orta Avrupa’da  ETUC, Avrupa Sendikalari Federasyonu, türkçe kısaltılmış haliyle ASF, kuruluş tarihinden günümüze dek işçi sınıfını kendince Avrupa bazında yeni bir duruşa adapte etmek çabası vermektedir. Sosyalist sendikacılık ilkelerınden kaçış maksadıyla vücuda getırildiği bilinen ETUC’un mimarları, Dünya Sendikalar Federasyonu WFTU, türkçesi ile DSF’ye alternatif olabilecek bir sendikal hareketi Avrupa bazında örgütlemek gayesiyle işe koyuldular. DSF’nin 73 ülkede 143 değişik sendikal federasyona bağlı olarak 43 milyon üyesi bulunmaktadır. DSF, Yunanistan başta olmak üzere Avrupa kıtasının önde gelen sayılı sendikal konfederasyonları yanında, özellikle Latin Amerikan sendikal örgütlerini ekseriyetle içinde bulundurmaktadır. Bunun yanında doğu Avrupa ülkeleri sendikal konfederasyonlarının çoğunun halen DSF içinde olduğu bilinmektedir. Asya kıtasına yayılmış yapısıyla DSF, dünyanın geniş bir kesimi içinde örgütlü bir güçtür.

ETUC bugün; 35 değişik ülkede ve 76 degişik sendikal örgüte bağlı olarak, 60 milyon ücretli çalışanı içinde bulundurmaktadır. ETUC’un kurucuları arasında İsveç Sendikaları Birliği, ”Lands Organisationen”, kisaltılmış adıyla LO da bulunmaktadır. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK, Avrupa işçi sınıfıyla bağını koparmamak ve  geliştirebilmek görüşünden hareketle ilk kez 1975 yılında Kemal Türkler ve İbrahim Güzelce yönetiminde ETUC’e üyelik başvurusunda bulundu. Ancak, aynı zamanda Kemal Türkler’in başında bulunduğu T. Maden – İş ve benim de Genel Sekreteri olduğum Aster – İş sendikaları DSF’ye bağlı Uluslararası Metalurji İşçileri Sendikaları Federasyonu UMSB’ye üyelik başvurusunda bulundular. Kemal Türkler ve çevresinde yer alan bizlerin temelde ve prensip olarak ETUC’a sıcak bakmadığımız ortadaydı. Daha sonra, devamla 1978 yılı sonu itibariyle Abdullah Baştürk ve Fehmi Işıklar yönetimindeki DİSK üyelik müzakereleri için ETUC ile masaya oturdu. 12 Eylül faşist darbesinin sivil devlet yönetimi ve parlamentoyu lağvederek kendisine karşı gördüğü güçlerin üzerine tanklarla yürümesi sonucu DİSK’in de cuntanın gazabından kurtulmayanlar olarak fiili çalışmalarına son verilmiş oldu. DİSK’in ETUC üyeliğine kabulü böylece ancak 1985 yılında gerçekleşebildi.

ETUC, prensip olarak birlikte olduğu bilinen WCL Dünya Emek Konfederasyonu ile ICFTU Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (bilindiği gibi ICFTU, Amerikan politikası yörüngesinde hareket etmekle bilinirdi ve Türkiye’den uzlaşmacı tutumuyla tanınan Türk–İş de üyesiydi), 2006 Yılı sonbaharında Viyana’da birleştikleri bilinmektedir. Bu sonuçla, Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu ismini alan ITUC’un toplam olarak 181 milyon üyesi bulunmaktadır.

Böylece, önceden beri işaret ettiğimiz Avrupa Birliği’nin bir ABD kopyası olduğu ve her yanıyla buna dönüştürülerek yeni liberalizm adı altında tüm toplum katlarını bir kramp gıbi uyuşturup uzlaşmacı bir anlayışa razı etmek çabası içinde olduğu gerçeklik kazanmaktadır. Keza bu birleşme ile de bu sonuç yeniden ortaya çıkmıştır.