Gazetelerden okuyoruz, Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN diyesiymiş ki, “En büyük hedefim Özelleştirme İdaresi Başkanlığını (ÖİB) kapatmak, hedefim Başbakan’ a “özelleştirme tamamlandı, buyurun bu da anahtarı” demek…Devamında da, “Tüpraş’ ı sattık, Tüpraş’ ı Koç mu iyi idare eder, devlet mi? Özel sektör daha iyi idare eder. Sattığımız zaman büyük paralar alıyoruz, işletiliyor, karı artıyor, ben de tıkır tıkır vergimi alıyorum.”
Petkim gibi bir Kamu kuruluşunda çalışıyorum ve iş yaşamına adım attığım günden bu yana, askerlik süresini saymazsak yaklaşık 30 yıldır kamu sektöründe çalışan bir işçiyim…
Ekmeğimi buradan kazanıyorum. İş yaşamını kamuda tanıdım, piyasada olmadığını düşündüğüm iş disiplinini ve iş ahlakını burada öğrendim. Kamuda geçen çalışma yaşamımın her bir anı benim için öğretici bir okul oldu!…
Bugüne kadar gelen geçen bütün hükümetlerin olduğu gibi AKP’ nin özelleştirme politikalarını da yakından takip etmeye çalıştım.
Her bir özelleştirmede siyaset eliyle ve siyasetin yalanlarıyla, halkımın, kendi emeğimin, alın terimin çalındığını,  kıblesi, dini, imanı, vatanı ve milliyeti olmayan sermayeye peşkeş çekildiğini düşündüm… Özelleştirme sonrasında kapatıldıklarında, daha fazla parayı görünce arsızca ve açgözlülükle başkalarına satıldıklarında, kapatılmayıp “verimlilik” adı altında yeniden yapılandırılan her bir fabrikada, kapı önüne konan, ekmeği ellerinden alınan yüz binlerce sınıf kardeşim işçilerle ben de işten atıldım,  aileleriyle ben de kahrettim, direnenle direndim, kızdım, öfkelendim, bilendim!…
Aliağa özelleştirmelere yabancı değil…

Önce Petrol Ofisi özelleştirildi.
Arkasından TÜPRAŞ…
Şimdi sırada PETKİM var!…
Öyle görünüyor ki, gündelik yaşam içinde Aliağa ekonomisi, Petrol Ofisi ve Tüpraş özelleştirmelerinden hiç ama hiç etkilenmedi!..
Hayat kendi ahengi içinde akmaya devam ediyor…
Sanırım insanlar özelleştirmelere “iş” yani “istihdam” ile bölge ve ülke ekonomisi ilişkisi içinde yaklaşıyorlar…
Bu anlamda da, özelleştirme sonrasında, buralarda halen çalışan ve sayıları oldukça kabarık olduğunu, üstelik de çalışmadan, hak etmedikleri kadar yüksek ücret aldıklarını düşündükleri biz işçilerin işten atılmasına bırakın tepki göstermeyi, biraz da bizim işsizlerimiz, gençlerimiz, oğullarımız, kızlarımız çalışsın diye sevinçle, hoşnutlukla karşılıyorlar…
Bölge ekonomisi ile ilişkisinde ise ya özelleştirme sonrasında ciddi bir ekonomik daralma görülmesi, ya da bu fabrikalar kapatılır ve yerine konulacak başka ekonomik kaynaklar konulamazsa, bunun yıkıcı sonuçları yaşanırsa bir tepki veriyorlar…
Öyle görünüyor ki, halkımızın seçim zamanlarındaki oy kullanma alışkanlıkları ve siyasal tercihleri de göz önüne alındığında özelleştirme politikalarını belki kabul etmek, onaylamak değilse de, öncelikli bir sorun olarak görmüyor, en azından reddetmiyorlar…
İşte bu durumdur Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN’ ı bu kadar rahat konuşturan…
Her yanda sızlanan, şikayet eden, hoşnutsuz, ama önüne sandık konulduğunda ne istediğini ve kimden, nasıl hesap soracağını bilemeyen, alternatif olabilecek siyasal anlayışlara “kuşku ve güvensizlikle” bakarken, her bir seçimde ayrı siyasal kılıkta çıkan hakim siyasal anlayışa hemencecik kanan, teslim olan, her seçim sonrasında işlenen demokrasi kabahati!..
Ülkemizin ortalama eğitim düzeyi 3,5 yıldır, bundan ne bekliyorsunuz, ayrıca halka ne verdiniz ki beklemeye hakkınız olsun?  diyenleri  de duyuyor gibiyim…
Toplumsal değişimin kolay olmadığını bilenlerdenim, ama halkımın en değerli evlatlarının, onlara bir şeyler verebilmek, onların hayatlarını, ülkelerini ve daha yaşanılası başka türlü bir dünya için canlarını vermekten kaçmadıklarını da biliyorum…
Ama halka dalkavukluk yapmanın yanlış ve yararsız olduğunu da biliyorum…
Ayrıca halkımın hayatlarına en kolay yoldan etki edecek şeyleri kolaylıkla anladığını, artık işini bildiğini, “demagog” oy avcıları karşısında bilinçli seçimleriyle “av” olduklarını da biliyorum…
Nerede kalmıştık?
Un-akıtan’ da, hani Ahmet Hakan’ ın siyasete atılmadan önce dünyevi mal ve mülkte gözü olmayan bir derviş olarak tanıdığını, sonrasında hayal kırıklığını anlattığı, tüm mali af yasalarına bir şekilde giren, “steril” yumurta üreticisi, tavuklarına ucuz kotadan mısır ithalatçısı bir oğul babası, kamuya ait ne varsa satmaya “babalar gibi” yeminli Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ da…
Ne diyordu Unakıtan, “…karı artıyor, ben de vergimi alıyorum.”
Bu nedenle mi Petrol Ofisi’ nde vergi incelemesi yapılıyor?..
Bu nedenle mi Petrol Ofisi CEO’ suna işten el çektirildi?..
Özellikle akaryakıtta biliyorsunuz vergi oranları çok yüksektir, neredeyse %70 gibi…
Zaman zaman buraların yeni sahipleri şikayet edermiş gibi yaparlar; “bizi vergi tahsilatçısı olarak kullanıyorsunuz” diyerek…
Tüpraş’ ın açıklanan geçen yılki net satış hasılatı tam 20 milyar Dolar’ dır!…
Vergi oranları üzerinden hasılayı varın siz hesaplayın…
Ama en önemlisi şudur; kamunun sahibi olduğu, aynı zamanda her biri, birer ekonomik faaliyet alanı olan kuruluşlar çok değil birkaç yıllık karları karşılığında satılıyorlar ve devlet yalnızca vergi gelirleriyle yetinir duruma getiriliyor…
O da tahsil edilebilirse…
Üstelik örneğimizdeki %70’ lik vergi yükü de nihai olarak “dolaylı vergiler” kaleminden, bizlerden tahsil ediliyor ve kurumlar vergisi, gelir vergisi ve istihdam maliyetlerini azaltma adına tüm kalemlerde sermaye lehine indirimlere gidilirken…
İşin istihdam yanına gelince, işsizlikle ilgili olarak TÜİK rakamları ne kadar güvenilir?
Peki, ekonomik veriler, enflasyon?..
Siz bunlara güveniyor musunuz?
Büyüdüğü söylenen ekonomi gerçekten ve sağlıklı büyüyor mu, büyürken istihdam yaratıyor mu?..
Bir yandan tarım bitirilirken, bir yandan ekonominin tüm ağırlığı küçük esnafı ezip hızla yok ederken…
Özelleştirmeler ekonomi ve istihdama hangi katkıları sağlıyor?
Sonuç olarak;

  • Özelleştirme politikaları ülkemize IMF, Dünya Bankası ve DTÖ merkezli bir dayatmadır.
  • Özelleştirme kesinlikle kaçınılmaz ve alternatifsiz bir politika değildir.
  • Özelleştirme asla bir mülkün el değiştirmesi olarak algılanılmamalı, eğitimden sağlığa, doğumdan mezara kadar uzantıları dikkate alınmalı ve hayatlarımızı hangi yönde değiştirdiği iyi irdelenmelidir.
  • Mülkiyeti halkın mıdır, değil midir, orası tartışılabilir ama, siyaset yoluyla denetlenebilir olan kamu varlıkları ve hizmetlerinin piyasalara devri sonrasında siyaset yoluyla denetimin dahi ortadan kalkacağını ve sonuçlarını iyi düşünmeliyiz.
  • En önemlisi ekonomi ve istihdam anlamıyla ülkenin geleceğinin özel sektöre devrinin sonuçlarına katlanabilir miyiz?
  • Bundan da önemlisi, özel sektör böyle bir geleceği sosyal sonuçlarını da unutmadan, üstlenmeye hazır mı?
  • Peki, böyle bir ekonomik düzende kabuk değiştiren ekonomi midir, yoksa “siyaset” mi?
  • Hür Parlamenter Demokratik “rejim” içinde siyaset ve yurttaş ilişkisi nasıl şekillenecektir?

Bir de bu sorular eşliğinde düşünsek, sayın Unakıtan’ ın sözlerini ve özelleştirme politikalarını…
Ne dersiniz?

İSKENDER BÜYÜKÇOLAK