Eğitim Sen 28-29 Mart'ta neden greve gidiyor?Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonun (KESK) 4+4+4 eğitim sisteminin 27 Mart’ta Meclis Genel Kurulunda görüşülmesini protesto etmek için 28-29 Mart’ta greve gidiyor.

Bildiğiniz gibi  Eğitim Sen 4+4+4 eğitim sisteminde getirilmeye çalışılan yasa tasarısına karşı birçok eylem, etkinlik, basın açıklamaları ile bu konuda kararlığını göstermiş ve mücadele yürütmüştü. Eğitim emekçileri kararlığını bir kez daha göstererek, 28-29 Mart’ta iş bırakarak, hizmet üretmeyerek eylemliliklerini daha da yukarıya taşıyorlar.  Aşağıda Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu’nun bu mücadele kapsamında “28-29 Mart’ta Neden Greve Gidiyoruz?” başlıklı açıklama metnini yayınlıyoruz;

 

28-29 Mart’ta Neden Greve Gidiyoruz?

Eğitim sisteminin ihtiyaçlarından çok, iktidar partisinin siyasal-ideolojik hedeflerine uygun olarak gündeme gelen ve zorunlu eğitimi 4+4+4 şeklinde kademelendiren kanun teklifinin yasalaşması sürecinde son aşamaya gelinmiştir.

Yasa teklifi Meclis Genel Kurulu’na gelene kadar yaşanan bütün gelişmeler, düzenlemenin eğitim süresini uzatmaktan çok, eğitimde yaşanan ticarileştirme ve dinselleştirme uygulamalarının önünü tamamen açmaya yönelik olduğunu göstermiştir. Bu temel gerçek bugün, düne göre çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmış durumdadır.

Düzenleme ile zorunlu eğitimin 4+4+4 şeklinde kademeli olarak 12 yıla çıkaracağı iddia edilse de uygulamada çeşitli sorunları beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Türkiye’de öğrencilerin okula devam süresi fiilen 6,5 yıldır. Söz konusu kademeli zorunlu eğitim uygulaması hayata geçirilirse bu sürenin daha da azalması söz konusu olacaktır. Düzenlemenin içeriğine baktığımızda;

– Kanun teklifinde yer alan, “ilköğretim devlet okullarında parasızdır” ifadesi komisyon görüşmelerinde metinden çıkarılarak ilköğretimin tamamen paralı hale getirilmesinin ilk adımları atılmıştır.
– Yıllardır okulöncesi eğitimi yaygınlaştırmak için çalışmalar yapılmasına rağmen, yasa teklifinde okulöncesi eğitim zorunlu eğitimin dışında bırakmıştır.
– Daha önce 4. sınıftan sonra getirilmek istenen “açık öğretim” sistemi, tepkiler üzerinde 8. sınıf sonrası, son 4 yıl için öngörülmüştür. Teklifin yasalaşması durumunda 8. sınıftan itibaren ciddi anlamda “örgün eğitimin” fiilen ortadan kalkması tehlikesi bulunmaktadır.
– İlk 4 yılın “ilkokul”, ikinci 4 yılın “ortaokul” olarak tanımlanması nedeniyle, sınıf öğretmenlerinin en az yüzde yirmisinin “norm fazlası” haline gelmesi ve bakanlık tarafından başka görevlerde görevlendirilmesinin önü açılmıştır.
– Düzenleme ile getirilen ilkokulun 4 yıl olacağı algısının toplumun bir bölümünün kafasında yaratacağı algı, ikinci 4 yıllık sürede çocukların mesleki yönlendirme bahanesiyle örgün eğitim ile olan bağının zayıflatılmasına yol açabilecektir. Çocukların 9 yaşından sonra mesleğe yönlendirilecek olması yönlendirme sınavı, özel ders gibi uygulamaların daha erken yaşlarda başlamasına neden olacaktır.
– Çocuk işçiliğinin ve çocuk gelinlerin ağırlıklı olarak 13, 14, 15 yaşında olduğu düşünüldüğünde mevcut düzenleme ile hem mesleki eğitim adı altında “çocuk işçiliğinin” önü açılmakta hem de “çocuk gelinler” uygulaması, bizzat iktidar tarafından kademeli zorunlu eğitim uygulaması ile açıkça desteklenmektedir.
– Zorunlu din dersinin kaldırılması ve anadilinde eğitim taleplerini karşılaması yönündeki toplumsal talepler gözardı edilmiş, zorunlu din derslerine ek olarak, seçmeli din dersleri getirilmesinin önü açılmıştır.
¨ Arapça, fıkıh ve Kur’an derslerinin ikinci 4 yılda seçmeli hale getirilmesi sağlanarak, bütün okullarda fiilen imam hatip modeline geçilmesinin önü açılmak istenmektedir.
– İlkokul ve ortaokulun, “bağımsız binalarda” gerçekleşeceği iddia edilse de okulların bu uygulama için yeterli altyapı ve donanıma sahip olmadığı gerçeği gözardı edilmektedir.
– 4+4+4 şeklindeki kademeli eğitim sisteminin piyasa ile ilişkilendirilmesi, meslek okulu açacak firmalara öğrenci başına destek sunulması ile eğitim sisteminin sermayeye ucuz işgücü sağlar duruma getirilmesi amaçlanmaktadır.
– Düzenleme sonrasında meslek liseleri özel sektöre devredilecek, meslek lisesi açan patronlara kamu kaynaklarından öğrenci başına para verilerek mesleki eğitimin özel sektör eliyle yürütülmesi sağlanacaktır.
– Önceden işletmelerin stajyer öğrenci çalıştırma oranı yüzde 10 ile sınırlı iken düzenleme ile bu oran tamamen kaldırılmış ve patronlara sınırsız sayıda öğrenciyi “stajyer” adı altında sömürmesinin önü açılmıştır.
– Bir taraftan uzun vadede seçme sınavlarının ve dershanelerin kaldırılacağı iddia edilirken diğer taraftan kademeli eğitim uygulaması ile çocuklarımızın daha erken yaşlarda dershaneye gitmeleri teşvik edilmektedir.

Pedagojik olarak ciddi sakıncalar içeren 4+4+4 kademeli zorunlu eğitim uygulamasını meşrulaştırmak için ileri sürülen 8 yıllık kesintisiz eğitimin “28 Şubat ürünü” olduğu iddiası, hem gerçekleri çarpıtmaya hem de kamuoyu desteğini kazanmaya yöneliktir. İlköğretimin “zorunlu” ve “kesintisiz” süresinin uzatılması ve öncelikle sekiz yıla çıkarılması için ilk somut çalışmalara 1973’te başlanmış ve konuyla il­gili o dönem bakanlık bünyesinde bir çalışma grubu oluş­turulmuştur. 1981–1982 öğretim yılında üç ilde pilot uygulamaya geçilerek sekiz yıllık kesintisiz eğitim uygulaması yapılmıştır. Uy­gulamanın olumlu sonuçlar vermesiyle 1990’dan sonra sekiz yıllık eğitim çalışmaları hızlandırılmıştır. Dolayısıyla 8 yıllık kesintisiz eğitimin 28 Şubat ürünü olduğu iddiaları gerçek dışıdır.

Mevcut sistemde eğitime başlama yaşında alt limit 72 iken, yeni düzenlemeyle eğitim yaşı, 1 yıl öne alınarak 5 yaşa indirilmiştir. Eğitime başlama alt sınırı 60 aya çekilirken, üst sınır 72 ay olmuştur. Eğitime başlama yaşının esnekleştirildiği iddia edilse de gerçekler tamamen farklıdır. Örneğin uygulamanın başlaması durumunda, aralarında pek çok yönden önemli farklılıklar bulunan hem 5 yaş hem de 6,5 yaş grubu çocukların aynı sınıfta olmaları söz konusu olacaktır. Pedagojik açıdan ciddi sakıncalar bulunan bu durumda büyük bir kaosun yaşanması kaçınılmazdır. Sosyal ve duygusal olarak bu yaş aralığındaki çocukların ilköğretim kurallarını yerine getirmekte zorlanmaları ve okuldan, dolayısıyla eğitimden soğumaları gibi ciddi bir tehlike söz konusudur. 5 yaşındaki çocukların dikkat süreleri bir ders süresi boyunca dersi takip etme ve oturma gibi gereklilikleri yerine getirmek için uygun değildir. Bu yaş grubu çocuklar duygusal olarak yakınlarının ilgisine ihtiyaç duymakta ve sosyal kural ve normları oyunları içerisinde deneyimleri ile içselleştirmeye çalışmaktadırlar. 5 yaş çocuğu hayal ve gerçeği ayırmakta sıkıntı çekerken, “somut işlemler” yapmayı gerektiren birinci sınıf çalışmalarında sorunlar yaşamaları kaçınılmazdır. Düzenleme ile 5 ve 6 yaşındaki çocukların birinci sınıfta aynı eğitim sürecinden geçmeleri onların eğitim süreci içinde daha sonraki yıllarda ciddi sorunlar yaşamalarını beraberinde getirecektir.

8 yıllık kesintisiz eğitimin mesleki eğitimi zayıflattığı iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır. Şöyle ki, 1997–1998 eğitim-öğretim yılında mesleki ve teknik ortaöğretimde 950 bin öğrenci öğrenim görürken, 2010–2011 öğretim yılında bu sayı yüzde 111 artarak 2 milyon 73 bine çıkmıştır.

12 yıllık kademeli zorunlu eğitimi meşrulaştırmak için 5. sınıftan itibaren çocukları “mesleğe yöneltme” gibi bir gerekçenin ileri sürülmesi, yapılmak istenen asıl değişikliklerin üzerini örtme amacı taşımaktadır. Türkiye’deki mevcut eğitim sisteminin yapısı ve niteliği göz önüne alındığında 9 yaşına gelmiş bir çocuğu mesleki alanlarda tercih yapmaya zorlamanın hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. İlgi, yeteneklerin ve becerilerin yeni şekillenmeye ve bulgulanmaya başladığı, soyut ve somut algılamaların oturma aşamasında olduğu bu yaş grubu çocukları “mesleğe yöneltme” zorlaması içine itmek, çocuklarımıza yapılacak en büyük kötülük olacaktır. 4 yıllık temel eğitim üzerine inşa edilmesi önerilen bu süreç, çocuk psikolojisi bakımından da sakıncalıdır.

Yasa teklifinin gerekçesinde Almanya’da sadece belli eyaletlerde uygulanan ve yavaş yavaş vazgeçilen sistem, sanki bütün Almanya’da uygulanıyormuş gibi açıklanmıştır. Almanya’da çocukları henüz 4. sınıfta “zekiler ve geri zekalılar” diye ayrıştırmak her şeyden önce en temel çocuk haklar ihlali olarak görülmektedir. Almanya’nın büyük bir bölümünde mesleğe yönlendirme 4. sınıftan sonra değil, 9. sınıftan sonra yapılmakta, bu konuda kamuoyu yanıltılmaktadır. Benzer bir durum örnek gösterilen ABD için de geçerlidir. Orada da okullar “zenci”, “melez” ve “beyaz” okulları diye örtük bir ayrışıma tabi tutulmuş ve bundan en büyük zararı yine çocuklar görmüştür. Amerika’da, zenci ve melezlerin çocukları, Almanya’da Alman olmayanların çocukları genelde meslek okullarına gitmektedir. Düzenlemenin yasalaşması durumunda yoksul emekçi çocukları meslek liselerine mahkum edilecek ve toplumdaki sınıf farklılıkları daha da derinleşecektir.

Düzenlemede “ilkokul” ile “ortaokul”un, ortaokul ile lisenin ortak mekanlarda olabileceği, bunun için fiziki imkanların göz önünde bulundurulacağı belirtilmektedir. Bu durum, şu anda en önemli eleştiri konusu olan “farklı yaş gruplarındaki çocukların aynı fiziki mekanda eğitim alması” sorununun 4+4+4 modelinde de süreceğini, dolayısıyla bugüne kadar ne tür sorunlarla karşılaşılmışsa aynı sorunların önümüzdeki dönemde de yaşanacağını göstermektedir.

4+4+4 modelini hayata geçirmek için herhangi bir müfredat hazırlığı söz konusu olmadığı gibi, yeterli altyapı çalışmaları yapılmadan ve eğitim sisteminin ihtiyacına uygun bir düzenleme gündeme getirilmemiştir. Okulların fiziki altyapı ve donanım yetersizliği yaşanan sorunları daha da arttıracak ve eğitim sisteminde kelimenin tam anlamıyla büyük bir kaos yaşanacaktır.

Eğitim sistemini hiçbir ön hazırlık yapmadan kademelendirerek evrensel standartlara ulaştırmak mümkün değildir. Türkiye’deki öğrenci sayısı birçok Avrupa ülkesinin nüfusu kadardır. Toplumun tamamını ilgilendiren bir konuyu, meclisteki sayısal çoğunluğa güvenerek ele almak bu ülkenin geleceğine yapılmış en büyük kötülük olacaktır.

26.03.2012